31 Ocak 2017 Salı

Eski sevgililerimiz bizi kısıtlar mı?

Herkese merhaba,

Öncelikle şu an çok sinirli olduğumu belirtmek istiyorum size. Bu yazıyı yazdım, kaydettim(kaydettiğimi sanmışım), bugün bikaç değişiklik yapıcaktım. Çat silindi. Ama paniklemedim, değişikliği kaydetmezsem no problem gibi düşünüyorum. Geri geldim bi daha girdim falan yine yok. Silmişim bildiğin. Mehmet demişti zaten word'de yaz, sıkıntı olmasın diye oooof of.


Neyse bak kısa yazıcaktım bugün yine baştan baltaladım. Geçiyorum yazıma.


İki intens yazıdan sonra artık rahatlatayım sizi diyorum. Detoks olsun diye kısa yazmayı planlıyorum bugün. Ama bu işler belli de olmaz, allah büyük. Bi bakmışsınız yine 55 sayfa.


Şimdi herkes hayatının ilk aşkıyla bir ömür geçirmek durumunda değil. Biliyorum ki çoğunuzun en az bir eski sevgilisi var yani. Bu eski sevgililerin bize kattığı da bizden götürdüğü de çok şey oluyo haliyle. Yeri geliyo bi mekana gidip gidemeyeceğinize bile onlar karar veriyo mesela(vericeğim örnekte olduğu gibi...). Dedikodu yapıcam biraz. Kendimle ilgili trajikomik bi bilgi paylaşıcam sizinle(Benden anca kendim dedikodusu çıkıyo, haber ağım zayıf baya.). İzmir'de gidemediğim, çoğunuzun bildiği ve sevdiği bi mekandan bahsedicem şimdi. İzmirli olanlar bilir. Yeni yeni alternatif mekanlar açılmaya başladı bizde de son bikaç yılda. Bu third wave kahve dükkanlarıyla birlikte mantar gibi bi anda türediler her yerde. Artık sıkıcı bile olmaya başladı. Ben zaten ısrarla Starbucks'a gidiyorum, sorry. Neyse işte yaklaşık bi buçuk sene önce falan da No42 açıldı. Bi de burası açıldığında benzer çok yer yok. Hala bile o konseptte yer yok aslında. Çok keyifli bi fikir, helal valla. Yukarda tasarım atölyemsi odalar, illüstratörler; aşağıda plakçı, kafe, ayda bir tasarım pazarı. Müthiş. İşte ben oraya gidemiyorum. Yine sadede gelme konusundaki üstün başarısızlığımla karşınızdayım.

Hikaye şu, No42'nin ortağı/işletmecisi (nasıl adlandırsam bilemedim), benim eski erkek arkadaşımın çok çok çok kankası. O yüzden burası açılmadan, daha harabe bi haldeyken bile aşama aşama gidip görme fırsatım oldu. Birlikte bit pazarına gidip bi şeler aldık falan. Aaaaah ah arabamda taşımışlığım bile var o eşyaları. Lafını yapıyo değilim tabii ki helali hoş olsun. Benim için de baya verimli geçmişti hatta o pazar alışverişi. Ya zaten o kısmı geçtim, açılış gününde bizzat çalıştım orda, sokakta broşür falan dağıttım. Kimse tabii dönüp yüzüme bakmıyo yolda. Tasarım pazarı var diyorum, gelin bi bakın diyorum, sanırsın kahve sizden fal bizden demişim. Ya sen İzmir'de tasarım pazarı mı gördün güzel kardeşim. Bi dur, o ne de, aaaa bi bakalım de, şehrimizde güzel şeyler oluyo de. Neyse bak gereksiz girdim yine buralara.


İşte biz ayrıldıktan sonra ben yine bi süre gittim 42'ye. Sonra şimdiki erkek arkadaşımla flörtleşmeye başladık falan, hala gidiyorum sıkıntı yok. Kalkıp nispet yapar gibi Mehmet'le gitmiyorum tabii de birileri orda plan yaptığında da ay ben gelemem oraya diyip kasmıyorum. Mehmet de laf etmez zaten öyle bi şeye(gördüğünüz gibi çok cool bi çiftiz). Sonra dedim yani İzmir'de gidicek yer mi yok, ne gidiyorum buraya. Ama hala gitsem giderim modundayım. Sonra şöyle bişi oldu. Şimdi eski erkek arkadaşıma Ted diyelim, 42'yi açan kankası Lilly olsun, bi de Lilly'nin aşırı aşırı çok yıllık bi kankası var; o da Robin. Ted'le Robin üniversite zamanında yakın arkadaşmış, sonra sevgili olalım demişler, sonra bi aksilikler bişiler yürümemiş ilişki. Onlar ayrıldıktan sonra benli bi dönem var arada. Biz ayrılınca da bi süre sonra tekrar Robin'le sevgili oluyolar. Robin'le Ted de biz beraberken ağır küs. Aynı ortamda falan bulunmuyolar hiç. Detaya giremiyorum ama sıkıntılı yani o dönem. E bi de 42'de hepsi beraber takılıyodu en son. O yüzden ben şimdi No42 'ye gitsem über garip bi durum olucak. Kalkıp laf edicek halleri yok da deli miyim yani başka gidicek yer yok gibi oraya gideyim. Devrederlerse giderim ama^^ Hikayem bitti.


Diyeceğim şu; bazen aynı amfiyi, aynı çalışma ortamını, aynı sosyal alanları paylaşmak zorunda kalabiliriz eski sevgililerimizle. Hatta aynı projeler içinde yer alıp diyalog halinde de olabiliriz. İki taraf aynı rahatlıkta ve aklı selimlikteyse sıkıntı yok zaten ama durum benim anlattığım gibiyse ya da atıyorum bi taraf işi çirkinleştiricek gibiyse risk almayalım arkadaşlar. 'Ben ne gitçem ya o gitsin bana ne' falan da demeyin. Bozulan aura sizinki olur zira.



Şu resim kalkıp benle konuşsa şaşırmıycam.
Not1: Arada No42'de paylaştığınız o sayko tavşanlı duvar resminin önündeki fotolarınızı beğeniyorum bu arada. Pelin Çağlar çizmişti onu da, takip ettiğim için biliyorum. Yaptığı her şeye bayılıyorum resmen. Hatta bikaç resmini paylaşmak için izin istiyim dedim, dünyanın en mütevazi insanı sanırım. Sıfır ego, çok tatlı bi şekilde kabul etti paylaşmamı.(www.behance.net/PelinCaglar 'dan çalışmalarına göz atabilirsiniz, atmalısınız.)








           

Not2: Benim Alsancak'ta en en severek gittiğim yer de La Puerta. İki yıl oldu açılalı ve herkesin bilip severek gittiği bi yer. İki şubesi de aşırı tatlı ve sıcak. Dünya mutfağı konseptli menüsü olan çok yer olduğunu sanmıyorum. Vejeteryan/vegan arkadaşlar için de çok alternatif var. Mikemmel falafel yapıyolar. Bi de bar çok önemli gerçekten. Biraz pahalı, yalan yok ama baya güzel kokteyller çıkıyo o bardan. Son artık sustum, denemeyen varsa lütfen stoli salted caramel vodka shot denesin. Lütfen lütfen! (Ay resmen not diye girip ayrı bi post olarak çıktım.)



27 Ocak 2017 Cuma

'Nasıl mı kilo verdim?' Part-2

Merhaba sevgili; sağlığına düşkün olmak isterken iştahına daha düşkün olup ipi elden kaçıran okur, merhaba!

Herkesi nasıl aynı kefeye koyduğumu da burdan görün istedim. Şaka bi yana bu seslendiğim okur, benim yakın tarihli kendim oluyor. O sebeple kimse üstüne alınmasın.


Geçen yazıda sağlıklı hayata minnak bir adım atmak için yine minnak önerilerde bulunmuştum. Umarım içinizden bazılarınız az buçuk denemiştir dediğim programları. Ya da denemese bile göz atmıştır en azından nasıl bi şeymiş diye. Deneyip fayda görürseniz haber edin bana. Ufak çaplı bi sevinirim ben de. Şimdi bu yazıda, daha önce de söylediğim gibi tamamlayıcı kısma değiniciğim biraz. Bunlar tabii benim naçizane fikirlerim. Kalkıp sonra ay bunu yedim zehirlendim, şu sporu yaptım fıtıklandım diye beni dava etmeyin yani. Benim program derleme hani anlamışsınızdır zaten. Bisürü şey okuyup kendim için makul olanları deniyorum. Tuttuklarımı paylaşıyorum sizinle de.(Tabii bunun bi tık bilimsel olanı meta analiz oluyo haberiniz olsun da.)


Şimdiiii mamalı kısıma geçebiliriz artık. Sadece sporla olmadığını yıllardır biliyoruz bu işin. İki temel bileşenden biri de beslenme tabii ki. Bu kısımdan hepimiz nefret ediyoruz (yalnız değilim inş). Çünkü tadını sevdiğimiz her şey yasak dimi dimi? O cheesecakeler, o çikolatalı sufleler, o dibini hemen gördüğümüz nutella kavanozları... Hepsinden soğutucam sizi kısmetse. Asla yemeyin demiycem tabii ki. Ben de hala yiyorum bunları. Yememem düşünülemez. Sadece insan olmayı öğrendim azcık, o yani. 



Yemin ederim sabah 56.1'di.
Sadece öğlen bile bi kilodan fazla yemişimdir.
Şaşkınım şu an.
(Paçozluğumu göz ardı edin.)


Öncelikle olaya biraz fizyolojik yaklaşıcam (Arkadaşlarımın çoğu doktor,  o yüzden isterlerse onlar bu kısmı okumadan atlayabilir.). Şimdi rafine şeker başta olmak üzere; pilavlık pirinç, patates, bisküvi, beyaz ekmek, mısır gevreği gibi besinler glisemik indeksi yüksek besinler. Glisemik indeksin yüksek olması ne demek? Yani aldığınız besin hızla kan şekeri glikoza dönüşüyor ve vücudunuz bu şekeri düşürmek için deli gibi insülin salgılıyor. Peki insülin ne yapıyor? Kanınızdaki şekeri apar topar hücrelerinizin içine sokarak hücrelerinizi besleyip büyütüyor. Yağ yapımını arttırıyor. Bildiğiniz analık ediyo yani hücrelere. Tabii insülin iyi ki var, cennet onun ayaklarının altında; yoksa nerden enerji bulurduk, nasıl ayık kalırdık, kan şekerimiz tavanda ne yapardık bilemiyorum ama kilo almamızdan sorumlu arkadaş da kendisi oluyo maalesef. İnsülini ne kadar kendi haline bırakır, az yorarsak o kadar iyi. Bunu da beslendiğimiz gıdaların nitelikleriyle oynayarak başarabiliyoruz. 


Ben mesela öncelikle sağlıklı olmak istediğime karar verdim bu süreçte. Bi hocam 'Uzun yaşamak istiyosanız, yemek yemeyin.' demişti. Bunun temelinde de şu yatıyo, vücudumuzdaki karbon yükünü arttırdıkça serbest radikal yükünü de arttırıp hücrelerimizi hasara uğratıyoruz ve ömrümüzü kısaltıyoruz haliyle. Mantıklı mı mantıklı. Aç mı kalıcaz o zaman? E hayır. Sadece, beslenme şeklimiz madem ömrümüzün uzunluğunda çok büyük bi etkiye sahip,o zaman bi zahmet az buçuk bilicez neyi yerken kendimize ne yaptığımızı. 


Başlıyorum efenim hikayeye. Elif diye bi arkadaşım var (Sevgiler Elif). Bu senenin başında, daha yeni intörn olmuşuz, geldim hastaneye, (önceki günden falan tam buğday ekmeğinden sağlıklı sandviçim hazır tabii) bi baktım Elif; bi saklama kabına domates, salatalık, peynir, yumurta ne varsa doldurmuş. Elimdeki sandviçe baktım sonra bi daha. O kadar da sağlıklı görünmeyiverdi aniden ki çok uzun süredir ya evde hazırladığım sandviçi yerim ya da evdeyken tarçınlı meyveli yulaf hazırlarım kendime. Hani düzgün beslenmeye çalışıyorum zaten, belli. Neyse sonra Elif'ten özenip ben de öyle getirmeye başladım kahvaltımı. İşin içinden ekmek çıkınca iki-üç ceviz ekledim. Süt falan içtim yanında. Öğlene kadar hiç acıkmadım resmen. Sandviç yediğim zamanlarda çok daha çabuk acıkıyodum yani. Baya tuttum bu olayı, hiç vakit kaybı da olmadı. Geceden yine hazırlayıp koydum dolaba, sonra çıkarken alıp direkt hastaneye. (Bu arada geçmiş zamanlı anlatıyorum ki kronolojik olarak süreç net olsun, yoksa bu olay hala devam ediyo arada. Devam etmediği zaman da erken kalkıp evde kahvaltı yaptığım için etmiyo.) Neyse işte bu düzen böyle devam ederken Elif'le aile hekimliği rotasyonu için bi aile sağlığı merkezine gidip geliyoruz. Orda da yicek hiçbi şey yok cidden. Ya sipariş vericez sağlıksız sağlıksız, ya aç kalıcaz. Bi tane ev yemekleri yapan abla var, o da utanmasa cüzdanımızı alıcak yani cebimizden (aslında 'şu' kadar tuttu ama siz öğrencisiniz sizden indirim yapıyo gibi gösterip yine de 'şu' kadar alayım). E dedik evden getirelim, ne varsa artık birlikte yeriz. Ertesi gün getirdik ikimiz de bi şeyler. Offfff! Ama var ya bu bi tuttu. Sıfır fire desem yeri. Her gün evden getiriyoruz, temiz temiz, güzel yağlarla yapılmış yemeklerimizi yiyoruz. Elif Muğla'lı, oraya gittiğinde bahçeden biber, domates bişiler getiriyo. Sanırsın köydeyiz yani. Reflüm bile hafifledi. O dönem eş zamanlı kahveme krema katmayı da bıraktım ki baya mühim bi şey. O da iyi geldi ama hastanedeyken kremalı içiyorum mecburen. Ona henüz daha iyi bi çözüm üretemedim. Allahtan günde max. bir tane içiyorum. Evde kendi yaptığım kahve mükemmel olduğu için o kremasız tabii ki. Neyse işte aile sağlığı merkezindeki bu lale devri bitti, hastaneye döndük. Ben bu olaya hastanedeyken de devam ettim çünkü ne idüğü belirsiz yağlarla yapılan, etli diye alınıp yarısı sinir ve yağdan oluşan, her gün yanında pilav ya da makarnayla tamamlanmış yemeklerden yemeye devam etmek istemedim. Elbet ki yemekhanede yediğim de oluyo, evimde aşçı yok sonuçta her gün yemeğim hazır olsun. Ama yemekhane olayını minimum seviyede tutmaya çalışıyorum, emin olabilirsiniz. Sonuçta bu değişimin faydasını somut olarak gördüm. Bu arada Elif'i bilemiyorum, inş o da devam ediyodur. Yine de çok çok teşekkürler ona. Canım Elif<3


Gelelim neler yiyorum, neler yemiyorum kısmına. Direkt yemediklerimden bahsedicem, çünkü çok azlar:D (bu yemiyorum dediklerimi de eser miktarda yediğimi gören yakınlarım olursa çemkirmesin hani yemiyodun diye, bu da can yani çeker) 


*Ekmek

*Pilav(dolma/sarma)
*Makarna
*Patates
*Gazlı(şekerli/şekersiz) içecek
*Meyve suyu(hazır/sıkma)
*Salam/sosis/sucuk/jambon...
*Ben aburcuburum diye bağıran tanımlanamayan aburcuburlar(bisküvi, cips, gofret, hazır kek, jelibon, şekilli şukullu gofret mi çikolata mı ne olduğu belli olmayan şeyler işte genel olarak)

Evet sadece bu kadar sanırım. Atladıklarım da olabilir. Bunların hepsi çok sevdiğim şeyler. Yerlerini bikaç daha sağlıklı besinle değiştirdim o kadar. Öncelikle ekmeğin yerini ne aldı bi bakalım. Benim için mucize niteliğinde bi ürün olan Wasa<3 Marketlerde direkt ekmek reyonunun orda görebilirsiniz. Mükemmel bir İsveç gıdası. İki dilimi yaklaşık bir dilim ekmeğe denk geliyor. Çıtır çıtır, bol lifli, tahıllı. Ben zaten ekmeği iyice kızartıp çıtır yemeyi seviyodum. Bu halini de çok seviyorum. Bi paketi 7 küsür tl. Bi haftadan uzun gidiyo bana. Gramaj olarak da 270 gr. Normal baget ekmekten çok az fazla. Bir baget ekmeği 10 günde yiyorum gibi düşünün. Böyle deli gibi tavsiye ediyorum ama size iyi gelmeyebilir de. Ben normal ekmek yediğimde hiç rahat etmiyo midem. Bunda en ufak bi sıkıntı yaşamıyorum. Günde ikisi kahvaltıda olucak şekilde max. 4 dilim yiyorum. 



DELIKATESS VALLAHİ!!!


İnsanlığın mucizesi Wasa'dan sonra geçiyorum doğanın mucizesi avokadoya. Ya resmen allahım onu bitkisel tereyağ olsun diye yaratmış. O kadar harika bi kahvaltılık ki! Sür Wasa'ya, üstüne koy yumurtanı(cılbır/haşlanmış/sahanda), peynirini, hatta reçelini, balını yani. Nötr bi tat ama bi şeylerle birleştiğinde harika. En önemlisi besleyici ve sağlıklı. Deneyen zaten hayatından çıkarmıyodur eminim ama uzak duranlar da denesin. Onu da bi tane alıyorum, bi hafta yetiyo bana yine.


Bu ikisi benim hayatımın olmazsa olmazı oldu artık.



'This is avocado.' der gibi oldu
ama temaya uysun dedim^^
Size sanat yaptım.


Şimdi diğer öğünlerde nelere düzenleme getirebiliriz ona bi bakalım.


Yancılar:

Yoğurt mesela. Önemli bi nokta. Çoğunuz hapur hupur götürüyodur zaten. Tok tutucu, lezzetli, sağlıklı, mikemmel bir detay<3 Yemeklerin yanında bi kase yoğurt hem midenizi doldurarak yemek porsiyonunuzu küçültür hem de besleyici olduğu için kandırıktan doyma yapıp acıktırmaz erkenden. Ben bi de üstüne çörekotu koyuyorum (ofcourse Elif'ten gördüm), harika oluyo. Hiç yağsız almaya falan kasmayın. Onu da denedim ben gereksiz bi şey. Bırakın yağlı olsun. Daha azıyla doyarsınız. Ben marketten bu küçük tekli yoğurtlardan alıyorum. Atıyorum onu da beslenme çantama, mis.


Beslenme çantam demişken de
şu havalı şeyi bi göstereyim size.
Ikea'dan almıştım bu sene.
Tam hatırlamıyorum ama makul bi fiyatı vardı.


Kurulara geçiyorum şimdi. Yemeklerinizin yanına illa kuru bi şey istiyosanız bulgur çok güzel bir kuru mesela. Ya nasıl severim ben. Hem yani normal bulgur pilavı olarak yersiniz, kısır yapar yersiniz, yeşil mercimekli, domatesli-biberli... bi dünya çeşidi var. Sebze yemeklerinin içine de bi avuç atıyorum ben bazen. Ayrı yapmaya gerek yok illa. Çok seviyorum öyle de. Glisemik indeksi çok daha düşük pirinç pilavına göre. Yani daha uzun süre tok tutuyo. Kinoa da bol protein içeriği, besleyiciliği, düşük glisemik indeksiyle çok iyi bi alternatif. Ben de aldım ama henüz aktif olarak kendim bi tarif denemedim. Dışarda salata olarak yemiştim, başarılıydı. Köfte de yapabilirsiniz. Bi de artık eskisi gibi aşırı pahalı, bulunması zor, her yerde satılmayan bi besin değil. Her markette var nerdeyse. Pirinçten biraz pahalıdır. 

Yemeklerin yanındaki içeceklere geçiyorum. Arkadaşlar zero falan geçin yani. Gazlı içecek tüketmeyin. Meyvesularının ve zero/light dışı içeceklerin şeker deposu olduğunu zaten biliyosunuzdur. Bunlar size yağlı karaciğer olarak döner bak benden söylemesi. İlla içicekseniz bi şey su için, ayran için. Kalkıp kırk yılda bir fastfood tüketiyosanız da verin hakkını için kolanızı ama her öğünde tüketenlere sesleniyorum; yapmayın, yaptırmayın! 


Gelelim gün içi atıştırmalıklarına. En sevdiğim bebeklerim<3 Ben kendim için şöyle bi yöntem izledim ve faydasını gördüm. Bu bayram çikolataları var ya tek tek paketli minnak, onlardan aldım yanıma bir iki tane. Mesela öğleden sonra canım tatlı bi şey istediğinde ondan yedim. Yani net porsiyon küçültmüş oldum. Canım çeke çeke kanırtmadım yemiycem diye. Yanıma çikolata almadığım zamanlarda olur da canım çok isterse bitter çikolata aldım. Atıyorum iki parça koparıp kalanı sarıp koydum çantama. Ertesi gün iki kıt daha. Zaten sağlıklı beslenmeye başladıkça tükettiğim paketli gıdalar yapay, yoğun, ağır gelmeye başladı. Çok daha azı yeter oldu. Vallahi yetiyo yani. Resmen şekeri fazla fazla boğazımda, dilimde, damağımda hissediyorum artık. Ayaklarıma kadar hissediyorum yani fazla gelince. Canım illa tatlı olarak bi şeyler çekince de yedim kasmadan. Çünkü gerçekten ne kadar yasak olursa o kadar cazip oluyo bunu kabul edelim. O yüzden arkadaşlar başta da dediğim gibi mühim olan insan olabilmek. İnsan olursak makul makul her şeyden yiyebiliyoruz. 


Alkole de değinmek lazım. Bu süreçte biradan şaraba hızlı bi geçiş yaptım. Zaten ikisini de seviyorum ama moduma bakmaksızın alkol alırken şarap tercih etmeye başladım. Bira içiceksem de 33 cl söylüyorum artık. Önceden yaptığım o 'yeaa beyle daha uygun oluyooee' hesabını bıraktım bi kenara. Çünkü benim için asıl 33cl söyleyince daha uygun oldu. Benim sınırımı belirleyen porsiyonmuş meğer. Atıyorum önceden iki 50lik içiyoduysam şimdi iki 33lük içiyorum aynı sürede. Totalde de 4 tl az ödüyorum:D 


Ya hofff yine kaptırdım gidiyorum sövmüyosunuz inşallah. Zaten sona da geldik sanırım. Çorba olmadı dimi kafanız? Şuraya bi toparlayayım. Hayatımıza girenler ve çıkanlar olarak yazıp en son da bi tanecik not bırakıp gidiyorum. Herkese bol şevkler, azimler diliyorum.


İstiyoruz:
*SU
*Sebzeler
*Şekerden çıldırmış olmayan meyveler
*Yulaf 
*Wasa
*Avakado
*Peynir, süt, yumurta,zeytin...
*Yoğurt
*Ayran
*Bulgur, kinoa, kuru bakliyat
*Ceviz, badem, kaju, fındık...(bunlar çiğ olucak)
*Zeytinyağı, tereyağ (İsteyen hindistancevizi yağı falan da alabilir minik tatlı atıştırmalıklar hazırlamak için. Ben bi deniycem onu da bikaç tarifte, güzel bişi çıkarsa yazarım.)


İstemiyoruz:

*Şeker
*İşlenmiş et(salam, sosis, sucuk, jambon...)
*Asitli içecek
*Pilav, makarna, niteliksiz her türlü ekmek
*Tatlı/tuzlu aburcuburlar
*Her türlü sos
*Hazır konserve gıda 

Not: That Sugar Film diye çok keyifle izliyceğinize emin olduğum bi belgesel var. İnsana kararlar aldırıcak bi belgesel. İşte bu paketli gıdaların falan bize neler yaptığını anlatıyo genel olarak. Asıl hedef şeker tabii. Sağlıklı beslenme olayını içselleştirmek açısından faydalı olabilir, mutlaka izleyin bence. Bunu da Elif önermişti bana. Keşke verseydim bu yazıyı o yazsaydı bari. Refere ede ede bi hal oldum. 



21 Ocak 2017 Cumartesi

'Nasıl mı kilo verdim?' Part-1

Hellöööö,

Bugünkü yazıma başlamadan söylemek istediğim bikaç şey var. Dil bilgisi kuralları konusunda takıntılı denebilecek düzeyde hassasım. Özellikle işte bağlaçlar, birleşik kelimeler, noktalamalar falan yanlış kullanıldı mı çok rahatsız oluyorum. Çünkü vurgu kayıyo, anlam değişiyo, insanın okuma hızı bile düşüyo bu hatalarda. Ama burda sizinle bi şeyleri paylaşırken konuşuyo gibi hissetmek istiyorum kendimi. O yüzden yine kendimce bu hassas olduğum noktalara dikkat ederek ağzımdan çıktığı haliyle yazıyorum. Bikaç arkadaşım bu konuda şakalı komikli laf etti de cidden öyle düşünenleriniz varsa diye açıklama yapma ihtiyacı hissettim. Sonuçta bi de gerçekten ben rahatlamak istiyorum size yazarken.-eceğim,-acağım diye devam edersem çatlarım herhalde. 

Bunun dışında tabii yine çıldırdım mutluluktan. Hiç hiç hiç tahmin etmediğim tepkiler aldım. Bu konuda deli gibi özgüvensizmişim resmen. Umarım sıkılmadan yazılarımı okumaya devam edebilirsiniz.

Eveeeet yine uzun bir girizgahtan sonra(artık ben alıştım, siz de alışın) konumuza gelebiliriz.

Bugün eğlenceli şeylerden bahsedicem biraz. Nasıl kilo verdiğimin birinci ayağı olan egzersiz programımı paylaşıcam sizinle. Beni yakından tanıyanlar bilir. Yaklaşık bir buçuk yıl öncesine kadar sürekli bi kilomdan memnun olmama ve aburcubur krizlerinden sonra vicdan azabı çekme durumum vardı. Çoğu zaman aburcubur yerken daha rahat olabilmek için asıl öğünlerimi atlıyodum. Meyveden uzaklaşıyodum. Özellikle yalnızsam evde, sıkıntıdan mutfağa dadanıyodum. Şimdi bunları burda rahatlıkla söyleyebiliyorum çünkü hem yalnız olmadığımı biliyorum (ve siz de yalnız olmadığınızı bilin istiyorum) hem de bu dönemler geride kaldı artık zaten.

Egzersiz programıma geçebilirim şimdi. Egzersiz programı diyince de salonlardan çıkmıyomuşum gibi oldu. Ama henüz reformer pilates yaparak havalı fotolar paylaşıcak bloggerlıkta değilim(hiç foto yok sanmayın var tabiisi aşağıda). Son zamanlarda yakın çevrem nasıl kilo verdiğimi, hayatımda neleri değiştirdiğimi soruyolar yoğun bi şekilde. Aslında başlarda bu sorunun cevabı konusunda çok net değildim. Oturup düşünmediğim için bi dünya şeyi aynı anda söylüyodum.  Çünkü sporla birlikte bi anda kilo vermedim ben. Beslenme alışkanlıklarımın da zamanla değişmesiyle sonuca vardım aslında. Sonra durup düşündüm. Süreç nasıl ilerledi? Ne yapınca ne oldu? Yaptığım her şey tam olarak doğru muydu, asıl faydası olan neydi? Bunların hepsini size kronolojik olarak anlatıcam şimdi. Yani önce spor aşamasını konuşucaz. Söylemek istediğim en önemli şey, sakın gözünüz korkmasın spordan. Çünkü başlamadan önce motivasyon max. %40'a falan ulaşabiliyo. Asıl başladıktan sonra çılgın gibi devam etmek istiyosunuz(çünkü dünya üzerinde bu gerçeği deneyen, bilen tek insan benmişim...). Hayatınıza öyle bi entegre oluyo ki sonra, ruhunuz duymuyo. Ben mesela bu haftayı çok yoğun geçirdiğim için aksattım(ki genelde gerçekten olmaz) ve kendimi çok mutsuz hissediyorum. Ders çalışamadığım zamanlarda bile böyle bi huzursuzluk oluşmuyo içimde(kafadaki rahatlığa bak). 

Şimdi gelelim bu hikayenin başına. Kilom 62-63 arasıydı efenim. 63'e yakın diyebiliriz hatta. 2015 Ekim gibi bikaç arkadaş pilatese başladık(Ben daha önceden de pilates yaptığım için temelim vardı. Hatta baya sağlam bi hocam vardı ilk gittiğim yerde. Onun çok faydası oldu pilatesi sevmemde. Sonra işte bu, kızlarla gittik dediğim pilatese başlamadan önce dönem dönem evde kendim pilates yaptım bi süre. Baya keyifliydi o da. İstikrarlı devam ettim ama ne oldu ne bitti hatırlamıyorum, sonu geldi onun da. Keşke parantezin de sonu gelse dediğinizi duyar gibiyim. Kapıyorum.). Pilatese kızlarla bi süre devam ettikten sonra dedim ki yani bunları biliyorum ben, boşuna git-gel vakit kaybediyorum. E pilates için ekipmanım da var. Bu ekipmanlar da hiç pahalı değil bu arada. Set halinde gayet uyguna bulabilirsiniz internetten. Neyse işte bıraktım ben kursu, evde başladım önceden takip ettiğim videoyla. Ya zaten yarım saatlik bi şey. Benim gibi temposu yoğun olanlar için ideal. Kısa sürdüğü ve evde olduğu için kaytaramıyosunuz da. Hani dışarı çıkarken atıyorum zaten duş alıp hazırlanıcak oluyorum, totomu bi yarım saat önce kaldırınca yerinden çat çat çat hepsi bitiyo. Ki yani dışarı çıktığında sana kattığı o pozitif enerji de cabası. O bahsettiğim yarım saatlik videoya da burdan ulaşabilirsiniz. Ekipmansız bi video olduğundan başlamak için gayet yeterli. Ben haftada min. 3 gün yapmaya çalışıyodum. Hala da evde kendi programımı uyguladığımda aynı şekilde devam ettiriyorum. Tabii şöyle bi şey var, aşırı aşırı kilo verme ihtiyacınız varsa bu bahsettiğim program hafif kalabilir. Mesela benim hedefim 55-57 arasıydı(56 oluyo glbaa). O hedef için bile yeterli değil kesinlikle ama 1 ay içinde direkt fayda görürsünüz. Vücudunuz sıkılaşır, duruşunuz değişir, depresyondaysanız o düzelir... Ya bi de şöyle bi şey gelebilir tabii aklınıza, niye benim için yetersizdi ama buna devam ettim? Çünkü daha yoğun bi program yapıcak olsam, sıkılıcaktım biliyorum. Mesela az önce söylediğim gibi, evden çıkmadan önce çat diye yapayım, duş alıp çıkayım gibi bi olay olmıycaktı. Neyse ya bugunü atlıyım yarın yaparım olucaktı. Demeye çalıştığım uzun vadede, devamlılık sağlaması açısından bu kısa programlar benim daha çok işime geldi. Daha ulaşılabilir geldi. 


Herkes kaslarımı gördü dimi dimi??
(Işığın faydası olduğunu söylemzsem çarpılırım.)

Aldığım setin bazı parçaları annemde ve babamda.
Lastik, ip ve mat da vardı setin içinde.



Sadece bu program mı peki? Hayır tabii ki. Ara ara bundan da sıkıldığım oluyo ve daha çok zamanım varken havaların da güzel olduğu vakitlerde nabzımı yükseltmek için yürüyüşe çıkıyorum. Koşmak çok daha eğlenceli aslında ama dizlerimle pek barışık olmadığımızdan koşmama izin vermiyo keretalar. Çok da fifi yani. Yürüyorum ben de yüksek tempoyla. Eve bi ateş dönünce de insan kıyamıyo o tere. Üç beş karın hareketi yapıveriyorum, öyle giriyorum duşa. E bacaklar zaten çalıştı yani yürürken.(Zaman zaman evde deli gibi dans ettiğim de oldu aerobic gibi ama bunlar tabi kalori atmak için yaptığım şeyler daha çok. Pilatesteki gibi bi disiplin sağlamıyo vücuduma.) 

Bu arada kiloyla ilgili bi sorununuz olmayıp bölgesel iyileştirmeler de yapmak istiyo olabilirsiniz vücudunuza. Mesela benim popom küçük maalesef. Kilo alarak büyüyünce de yanlara kayıveriyo hemen. Ben bi arkadaşımın önerisiyle şu programı kullanmıştım daha yüksek kalçalar için. Ama yine dizlerim squat yapmamı kısıtladığından hareketleri modifiye etmek zorunda kalmıştım. Düzgün yapabilirseniz çok faydasını görürsünüz. 5 dakikalık bi şey zaten. Günlük egzersiz planınıza da ekleyebilirsiniz her gün de yapabilirsiniz. Ben bunu her gün yapıyodum.

Burda tabii her detayı anlatamıyorum. Sonsuz sayfa yazmam gerekir o şekilde ama kafanıza takılan ya da sormak istediğiniz bi şey olursa sorabilirsiniz. Aa bu arada asıl beslenme düzenimde neler değişti neler değişmedi, onu yazmak istiyorum. Muhtemelen bi sonraki yazım onun üstüne olucak. Ömrümün sonuna kadar yanımdan ayırmak istemediğim yiyecekler var mesela. Onlardan bahsedicem size. Şimdilik bu kadar. Eklemek istediğim bi not olamayışına şaşırarak bitiriyorum yazımı. Hoşaçakalın. 

17 Ocak 2017 Salı

Bir mahsur kalış hikayesi...


Herkese merhaba,

Öncelikle şunu söyliyim, çok güzel tepkiler aldım bu blog işiyle ilgili. Aşırı mutluyum o yüzden. Bi tık daha motive oldum. Pozitif feed-back ne kadar önemliymiş. Ben mesela birinin yaptığı bi şeyi beğendiğim zaman mümkün olduğu kadar söylemeye çalışıyorum. Yani bilemiyorum tabii iddialı konuşmuş olmıyım ama bu şekilde karşımdakinin gününe güzellik kattığımı düşünüyorum. Özellikle son zamanlarda ortalarda somurtarak yürüyen, çalışan, yaşayan insanlar olduk. Başta da ben yani. O yüzden ufak detaylar giderek önem kazanıyo hayatımızda. Evet bu kısmı biraz uzattım arkadaşlar farkındayım:D Yani uzun lafın kısası beğenilerinizi söyleyin. Mesela en yakın olmayan bi arkadaşınıza diyin ki 'Cnm yaa üstndki çk gzlmş nrdn aldn??' Beğenmezseniz de demeyin tabi. Pozitif olucam diye samimiyetsiz olmayın bi de.

Yazının asıl konusuna anca geçebiliyorum. Buna da şükür. He bi de minik uyarı: Bu yazı konusu gereği uzun oldu biraz ama okuyun bence. Okusanız tatlı olur benim için. Tamam giriyorum konuya. 


Bazılarınız fotoğraflardan biliyodur belki, geçtiğimiz hafta sonu İstanbul'a gittik erkek arkadaşımla. Evet yılların karının yağdığı vakti seçmek gibi bi öngörüsüzlük yaptık maalesef. Bi yandan da her yerin bembeyaz oluşu falan nasıl hoşumuza gidiyo. İzmir'de istediği kadar yağsın, imkansız böyle bi manzara. Neyse işte gittik otelimize, yerleştik. Çok tatlı bi yerdi, Maproom adı. Karaköy'de kalmayı düşünen olursa gitsin mutlaka, hem temiz hem uygun hem de merkezi baya. Bana da bi arkadaşım önerdi zaten. Böyle odalarına Avrupa'daki popüler şehirlerin adını vermişler. Mesela biz Paris'te kaldık. Odada yatağın başında eski bi Paris haritası var. Çok hoşumuza gitti. Fotoğrafını koyayım hatta onun da. Yalnız otelle ilgili şöyle bi sıkıntımız oldu ve gezinin eğlenceli kısımlarından biri de bu aslında (+bize çok fayda sağladı). İkinci günümüzde bi uyandık sular yok:D Aradık sorduk falan, donmuş. Şaka gibi baya donduğu için su akmıyo yani. Kendimce acaba buna antifriz konmuyo mu falan diyorum ama mantıklı bi düşünce olup olmadığından bile uzağım aslında. Neyse dedik zaten uzak bi yerlere gidemiyoruz havadan ötürü, e buralar da güzel, taktık bereleri çıktık (çünkü saçlar falloş oldu zaten ikinci güne). Ya zaten sokaklar falan aşırı tatlış, sürekli fotoğraf çekiliyoruz(Saçmalamayın tabii ki tüm fotoları ben çekiyorum...). Her biri sağlam mimar elinden çıkma kafelerde burjuvalık yapıyoruz. Neden mi burjuvalık yapıyoruz? Çünkü önceki gün 1(BİR) porsiyon havuçlu kekin fiyatının 19 tl olduğunu öğrendik kasada. Dedim ki o zaman ben burjuvayım bence. Hak ettim dedim burjuva olmayı. Zaten zamanla şöyle bi şey oluştu, böyle ilk Avrupa seyahatinde sürekli kur hesaplarsın falan ama üç gün sonra 10 euro 10 tl gibi düşünmeye başlarsın ya öyle. Alışmazsan ağlarsın zaten. Neyse yani bereli günümüz böyle geçti. Kaldığımız yer Baltazar adında bi hamburgercinin çaprazındaydı hemen. Bize zaten önermişlerdi orayı, denk gelmiş. Ya gerçekten vejeteryan/vegan arkadaşlarım affetsin çıldırdım resmen yerken. Ağlıycam şimdi, çok güzeldi! Bazılarınız biliyodur kesin ama bilmeyen varsa yolu düşerse uğrasın bi. Kulaklarım tatlı tatlı çınlar belki. 




-Maproom-
Baltazar(my love)


4 günlük mahallemiz<3<3

Bu da ben


     

Ertesi güne zıplıyorum artık. Sürpriiiiiiz!!! Sular hala kesik. Dedim artık eyvah yani. Hamam, kuaför falan arıycaz herhalde. Bizden biraz zaman istediler sorunu düzeltmek için, çıktık kahvaltı yaptık, oyalandık kendimizce. Otele döndük sonra haliyle. Hala su yok. Beni sıkıntı basıyo, deliricem. Artık kettle mettle su ısıtıp lavaboda kafaları yıkamaya karar verdik. Çok da iyi güzel oldu. Baya güzel oldu da çat bi anda banyo musluğu akmaya başladı:D (Canım murphy pas geçmedi sağ olsun) Suların da gelmesiyle modumuz arttı, bi gaz hadi dedik karşıya geçiyoruz. Kadıköy'e gidicez, vapur iskelesine gittik, iptal olmuş seferler. Biz diyoruz ki tüh ya işte görüyo musun gidemicez artık napalım bi dahaki sefere falan. Sonra bi anda yanımızdaki insanlardan 55 çeşit Kadıköy'e ulaşım fikirleri çıktı. Çok şaşırdık mesela orda. İzmirli döner yani evine. Bu kadar zorlamaz, kasmaz. Olmazsa olmuyodur, çok mu önemli sanki. Neyse sonuçta biz de akıntıyla kendimizi başka bi iskelede bulduk. Meğer dibinde başka bi özel firma varmış götüren, onlar da brave heart, havayı falan takmıyolar. Biz gittik işte bi şekilde. Mehmet'in İstanbullu arkadaşıyla buluştuk. İyi çocuk da çılgınlar gibi yürüttü bizi Kadıköy'de. Sanki başıma 25 derece havada Bebek'te yürüyo. Artık parmaklarım falan dökülüyo tabi benim soğuktan. Eldivenlerimi çöpe atıcam hatta. Vasıfsız vasıfsız yaşıyolar...


Bi vakit sonra Victor Levi'ye gittik şarap içmeye. Sevdim orayı da tatlı bi yer. Peynirleri güzeldi ve uygundu fiyat olarak da. Karaköy'den sonra zaten her şey bedava gibi geliyo, çok garip. Kadıköy'ü dilediğimce gezemesem de çok sevdim kısacası. Bi dahaki sefere daha çok vakit geçirmeyi düşünüyorum. 

Eveeet geldik son güne. Uçuşlar iptal tahmin edersiniz ki. Dönemiyoruz. Mecburen erteledik, bi gün daha kaldık ama ful yatıp uyumalı yani o gün. Ertesi gün çat yine iptal uçuş. Dedik olmıycak böyle otobüsle dönelim madem. Arkadaşlar ON İKİ saatte döndük. Allahtan döndük ama yani. Ve ve ve pasaklı gezdiğimiz o güne kesinlikle değdi çünkü ekstra günün ödemesini istemedi bizden tatlış otel sahibi. Ben de nasıl teşekkür ediceğimi bilemeden saçmaladım resmen adama:D (Böyle ağır nezaket gerektiren durumlarda elim yüzüm kayıyo)

Neyse işte böyle zorlu ama keyifli bi gezi oldu bizim için. Gerçekten çok yerini keserek anlattım ama anca bu kadar kısaltabildim. Yine bir kapanış cümlesi yazamayış ve bikaç minik öneri ekleyerek bitiriyorum. 

Not1: Karaköy'de Beşaltı Kirvem Tantuni'de mutlaka tantuni yiyin. Minnak minnak sarıp bir dakikada önünüze koyuyolar. Müthişti tadı. Biz iki kişi dört porsiyon yedik.
Not2: Dem Karaköy'de 'Chinese Spring' için. Ona da bayıldım. Mehmet'in yürümeyi seven arkadaşı önermişti.

Minnak yeni yıl kurabiyeleriyle...


Not3: Karaköy'de yine canınız hamurişi çekerse Boşnjak'ta börek yiyin<3<3 Aslında börek gibi olmayan top top kıymalı hamur parçalarını yoğurtla servis ediyolar. Boşnak mantısı zaten adı. Tatları harika. Tatmadım ama vitrininden gördüğüm kadarıyla tatlıları da baya başarılıydı. 

Not4: Hepsi Karaköy olduğu için üzgünüm. Biz de böyle planlamamıştık ama canım kar sağ olsun.

Not5: Instagram hesabıma bakmak isterseniz de buraya tıklayabilirsiniz:) (Saçmaladım. Nasıl bi istekse...)



15 Ocak 2017 Pazar

Ses kontrol...

Herkese merhaba,

İlk yazım için pek yaratıcı bi başlık bulamadım malesef, kusuruma bakmayın. 


Uzun zamandır bi şeyler yazamayışımın eksikliğini hissediyorum. Okunup okunmaması önemli değil gerçekten ama şöyle klavyenin tuşlarına hunharca basayım, yazdıklarım anlamsız da olsa şu 'tıkır tıkır' sesi duyayım istedim yani. Galiba sorumluluklarımdan falan sıkılıp iş ürettim yine kendime. Neyse işte tam bilemiyorum orasını ama genel olarak bi paylaşma ihtiyacı içindeyim şu aralar. Burda da gezdiğim yerleri, bana iyi gelen şeyleri, bazı uydurma sağlıklı tariflerimi(belki de sağlıksız), sağlıklı yaşam önerilerimi bi de belki arada bazı sinir olduğum durumları yazarım. Azıcık saçmalama alanı yaratmak istedim kendime.(Kullandığım diğer sosyal paylaşım alanları yetmemişti çünkü...) 


Şimdi bu size 'merhaba' deme paylaşımıydı, o yüzden tutuyorum kendimi. Bi de tabi pazar duşumuzu alıp kahvemizi yapıp bilgisayar başında yuvarlanarak dizimizi açmalık zaman geldi sanırım artık. Çok uzattım çünkü bitiş cümlesi yazamıyorum. Sessizce çekilmişim gibi düşünün. (En son minik bi not bırakıyorum aşağıya...)







Not: Bu işe 2012'de de yeltenmiştim ve hatta 9 yazı yazmıştım aahahah:D Ara ara dönüp bakıyorum. Baya da keyifliydi aslında. Minik not defteriyle geziyodum. Aklıma bişi geldikçe not falan alıyodum. Hoff keşke hiç ara vermeseymişim. Yani bakınca aşırı komik buluyorum şimdi onları ama güzel de bi yandan. İlginç daha doğrusu çünkü insan yazdığı günlüğe bile yıllar sonra bakınca şaşırıyo. Düşünsenize ben bi de bunları millet okucak diye yazıyorum. Neyse işte olmuştu böyle bi girişimim.